"Yapın dedik ama siz de dozunu kaçırdınız(!)": 68. yıldönümünde 6-7 Eylül olayları

-
Aa
+
a
a
a

68. yıldönümünde 6-7 Eylül olaylarını ve bugüne etkilerini İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı Ord. Prof Nikolaos Uzunoğlu ile konuşuyoruz.

""
68. yıldönümünde 6-7 Eylül olayları
 

68. yıldönümünde 6-7 Eylül olayları

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolgay: Merhabalar. Dünya Mirası Adalar programı Açık Radyo’da başladı. Ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur.


D.T.: Bugün yine çok kıymetli bir konuğumuz var. İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu (İREF) Başkanı Ord. Prof. Nikolaus Uzunoğlu. Ben kendisine hep alıştığım şekilde Niko Bey diyorum. Hoş geldiniz Niko Bey.

Nikolaus Uzunoğlu: Hoş buldum, teşekkürler davetiniz için ve başarılar diliyorum.

D.T.: Çok teşekkürler, çok sağolun. Şimdi bugün 6-7 Eylül 1955 gecesi olanların, Türkiye tarihindeki yerini ve bugüne uzantılarını konuşacağız. Biz her sene hatırlamak, hissetmek ve düşünmek üzerine programlarımızı yapıyoruz radyoda, Adalar’da da bir şekilde. Çünkü failleri yargılanmadı, ceza almadı. Tarihimizdeki birçok olay gibi üstü örtüldü. Yüzleşmedik, yüzleşmedikçe tekrar tekrar günümüze kadar birçok pogromlar yaşadık ve hala yaşamaktayız. Ama en büyük kayıpları çok kültürlü yapımızda, insan zenginliğimizde yaşadık. Anadolu'nun en büyük kayıpları; çok kültürlü yapımızdan. Yani yüzlerce yıldır var olan farklı etnik gruplar bu toprakları terk etmek zorunda kaldı. Bu zenginliğimizi kaybederken kültürel anlamda fakirleştik. Çölleştik, tek tipleştik. Onun için bunları tekrar hatırlatmak, konuşmak, düşünmek herhalde çok önemli olacak. Tabii Adalar imar planları da malum, sizi ilgilendiren bir durum. Bu konuya da ikinci bölümde değineceğiz. Ama ben kısacık, sizi nasıl anlatacağımı da bilemiyorum, çok yoğun başarılarla dolu bir kariyeriniz var, toparlamaya çalışacağım izninizle.

Kadıköy İstanbul'da doğdunuz. Kadıköy Rum İlkokulu ve Zografyon Rum Lisesi’nden mezun oldunuz. Daha sonra Teknik Üniversitesi elektrik elektronik mühendisliği diplomasını aldınız. Oradan da University of Essex'ten master ve doktora aldınız. 1981’de Atina Teknik Üniversitesi'nde de doçentlik teziniz kabul edildi. Teknik Üniversitesi Elektrik ve Bilgisayar Fakültesi’nde profesörlük ünvanını aldınız ve aynı fakültede dekan olarak hizmet verdiniz. 2006’dan beri İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu Başkanı’sınız. 350 bilimsel makaleniz var. Aynı zamanda sekiz kitabın da yazarısınız. 5 Aralık 2011 tarihinde size Ekümenik Patrik Bartholomeos Hazretleri tarafından ‘Eğitim Destekçisi’ ünvanı verildi. 31 Ağustos 2018’de emekli olduktan sonra ordinaryus profesör ünvanını aldınız. Rumca, Türkçe ve İngilizce lisanlarına hakimsiniz. Emekli olduktan sonra ordinaryüs profesör olarak hayatınızı Atina'da devam ettiriyorsunuz.

Direkt hemen ilk soruyla başlayalım; 6-7 Eylül 1955 gecesi olanlar Türkiye tarihinde nasıl bir niteliğe sahipti?


N.U.: 6-7 Eylül olayları öncesinde kimsenin o zaman böyle bir şeyin olabileceğine bir vukuat olarak inanmıyordu. Çünkü biliyorsunuz, 1946’da Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler kuruluşunun kurucu üyesi, Avrupa ülkelerinin en önde gelen birincilerinden, Avrupa İnsan Hakları’na taraf olan, Roma Anlaşması gibi ve gerçekten 1950’de çok partili sisteme giriş var, ilk defa Türkiye'de serbest seçimler yani birçok partinin katıldığı seçimler oluyor. Hatta 1950’lerin başında, 1953’ten sonra azınlıkların haklarının tanınması anlamında ciddi adımlar atılıyor ilk defa.

Ani bir olay ve inanılmayacak bir olay, bir pogrom olayı. Maalesef Türkiye'nin tarihinde çok ciddi bir kara leke diyeceğimiz bir iz bırakıyor ve bunun neticeleri yalnız o gece kalmıyor. Azınlık için değil, bilhassa Rum azınlığı diyelim ama diğer azınlıklar da var. Ama bu tesir orada kalmıyor. Şu gerçeği söylemek istiyorum. Ben 1960’da dokuz yaşındaydım. Ama o zamanlar Türkiye'de okullarda iyi bir gelenek vardı, gazeteler okutulurdu. Onun için küçük yaşta da olsa gazeteleri okurdum.


27 Mayıs 1960 darbesi olduğu zaman, öbür gün benim çok ilgimi çeken bir yazı gördüm. Ya Hürriyet ya Milliyet gazetesindeydi. İşte bu 27 Mayıs hareketini, hareket olarak nitelendiriliyordu. 6-7 Eylül olayının hemen ertesinde kararlaştırılmış bir olay olarak niteleniyordu. Bu benim çok ilgimi çekti. Nasıl oluyor bu ilişki çıkıyor? Tabii seneler geçtikten sonra birçok şeyi anlamaya başlıyoruz. Maalesef o devrin hükumeti, bilgisi dışında bazı olayların olacağını biliyor ama bu nitelikte, bu derecede olabileceğine inanmıyor.

Şimdi gençler belki olayları bilmezler, şöyle oluyor; 1955 yaz aylarında ciddi bir gerilim var. Tabii Kıbrıs'ta ilk defa iki toplum arasında gerginlik var. Ama onunla doğrudan ilgisiz olarak İstanbul'da bilhassa o devrin Hürriyet gazetesi, devamlı Rum azınlığına karşı provokatif yazılar yazmakla meşgul. Artık bir şeyin olabileceğini herkes hissediyor Ağustos’un sonuna doğru ve biliyorsunuz 5 Eylül gecesi Selanik'te bir provokasyon olayı oluyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün evine küçük çapta bir patlayıcı madde konuluyor ve bu olayların tetiklenmesine sebep oluyor. İstanbul Ekspres Gazetesi, öğleden sonra çıkan bir gazete. Normal olarak beş bin nüsha olarak basılan bir gazete, küçük bir gazete yani, ama o gün 200 bin nüsha çıkarıyor. Bütün olayları incelediğiniz zaman her şeyin evvelden hazır olduğunu görüyorsunuz.

İstanbul Ekspres Gazetesi'nin sayfa resmi

Saat beşe doğru gösteriler başlıyor ama gösteriler sistemli. Üç dalgada saldırılar oluyor. Evvelden işaretlenmiş dükkanlara, kiliselere, mezarlıklara, okullara saldırılar düzenleniyor. İlk dalga kapıları ve kepenkleri kırıyor. İkinci dalga yağma yapıyor. Üçüncü dalgada da kundaklama var bazı durumlarda. Bu altı, yedi saat içerisinde İstanbul artık devletin kontrolünden çıkıyor.

Fahri Çoker arşivinden bir fotoğraf

Tabii ilk yıllar yani olaydan sonra, uzun süre Türkiye'de bu olay bir tabuydu, tartışılmıyordu. 2005’te ilk kez, elli sene sonra Tarih Vakfı'nın da katkısıyla, merhum Amiral Fahri Çöker vasiyetnamesinde arşivinin yayınlamasını dilemişti ve bu yazıdan sonra bir sergi düzenleniyor ve artık olay Türkiye içinde de tartışılıyor. Genç nesiller de ne olduğunu görüyorlar.

Şimdi biliyoruz iki önemli itiraf var bu olayın nasıl çıktığına dair. Birincisi pek bilinir yani epeyce yazılmıştır. Sabri Yirmibeşoğlu 1992’de bir mülakatta diyor ki, “Bu bir özel harp operasyonuydu, muhteşem bir organizasyondu ve amacına tam olarak ulaştı.” Bundan başka önemli bir şey de var, başka bir yanıt da var. Bu daha sonra 2007’de Habertürk'te çıkan bir mülakatta Mustafa Ağaoğlu, mülakatın başlarında devletin karakutusu derin devleti anlattı. Gazeteci şunu soruyor, “Maraş Katliamı, Kanlı 1 Mayıs, 6-7 Eylül Olayları, 16 Mart Katliamı ve bunun gibiler devleti işgale karşı kendini koruma içgüdüsü mü?” Soru bu. Cevap şu, “Elbette hayır. Bu olaylara kanan kamu görevlileriniz var ise cezalandırırsınız. Ama devlet onlara git yap dememiştir. Kendileri durumdan vazife çıkarmıştır. Bunun tek istisnası 6-7 Eylül Olayları. Olayların başlamasına sebep olan, Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atılması tamamen bizim emniyetin bünyesinde görevli bir elemanıyla gerçekleştirdiği bir organizasyondu. Ama bu konuda daha fazla ayrıntılıya girmem.” Bu açıkça olayın içeriğini ve niteliğini gösteriyor.

Fahri Çoker arşivinden bir başka fotoğraf

N.S.: Niko Bey, bu konu tabii çok tartışılıyor, birçok kayıtlar, bilgiler var ama sizin görüşünüze göre neden yaşandı bu korkunç gece?

N.U.: Şimdi bakın bu maalesef İttihat ve Terakki geleneğinin bir tezahürü. Yani maalesef bu zihniyette herhangi bir kişinin başka bir kültürel kimliği varsa bu bir potansiyel tehlike olarak algılanıyor. Bunun neticesini de biliyorsunuz. 1944’te Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) dokuzuncu bölümünde bir rapor var, azınlıklar raporu. Bu bir gizli rapor tabii ama daha sonra sızmış. Yani savaş var o dönem. Savaşın sonlarına doğru şu deniyor; “Artık Anadolu'da hiç Rum kalmamıştır. Ama İstanbul'da Rumlar vardır. . Bunun için bir tedbir almak gerekli. Söylenecek tek söz İstanbul'un 600. yılında İstanbul'da Rumsuz yaşanmasıdır.” Yani burada bir evvelden hazırlanma var, bunu görüyorsun.

Rum toplumunun reaksiyonu ne? Tabii olay feci bir olay. Binlerce mağaza mahvoluyor. Büyük sayıda kadınlara tecavüz var, çok büyük bir sayı. 64 lise tahrip oluyor, mezarlıklar tahrip oluyor. İnanılmaz bir şey 1950’lerde böyle bir olayın olması. Şimdi Rum toplumu çoğu inanır ki, bundan sonra göçe mecbur kalıyorlar. Göç çok küçük çapta, %10 yalnız. Bunun iki sebebi var. Birinci sebep, patrikhane, toplumun dağılmamasına çalışıyor ve bir derece de başarılı oluyor. Ama en önemli etken, bu toplumun yerinde kalabilmesi. Asırlardan beri, Bizans'tan ve daha sonra Osmanlı devrinde de bulunan, yaşayan bu komünite sisteminin yerinde kalabilmesi. Yani lisenin yanında okul, cemiyeti, spor tesisleri... Bu bir külliye olarak Osmanlı'da da hayatta o zaman ve bunun sayesinde toplum kalabiliyor.

Şimdi Rum toplumunun en büyük nüfusunu yok eden yani büyük sayıda göçe sebep olan olay 1964. O başka bir olay. Lozan'dan kalma bir müphem noktaya dayanarak devrin hükumeti İsmet İnönü hükumeti, Lozan'da askıda kalan bir fırsattan istifade ediyor ve büyük sayıda İstanbul Rumu'nu, Yunan vatandaşı olanları sınır dışı ediyor. Bunlar da ama ‘etabli’ statüsüne tabi yani mübadeleden istisna. Bununla beraber tabii 1960’ların başında 90 bin nüfusu olan toplum iki sene içinde 30 bine iniyor ve bu daha sonra devam ediyor. Şu anda da biliyorsunuz nüfus maalesef çok az.


D.T.: Ne kadar sayısı Niko Bey?

N.U.: Şu anda tahminen 2 binden az.

N.S.: Çok kısa bir şey sorabilir miyim size Niko Bey? Bu 6-7 Eylül Olayları’ndan sonra nüfusun kalabilmesi için İstanbul'da hem patrikhanenin çabaları hem de bu kurulan sistemin sayesinde nüfusun büyük oranda göçmediğinden bahsettiniz. Bir de Dilek Güven tarafından da Tarih Vakfı’ndan çıkarılan 6-7 Eylül Olayları’na ilişkin bir kitap var. Orada o dönem ayrılmak isteyen Yunan pasaportuna sahip vatandaşların ayrılmasına da izin verilmediğini fakat göç etmek isteyenlerin de bir şekilde pasaport alamadığını yani kendilerine Türkiye Cumhuriyeti pasaportu da verilmediğini çünkü bunun bir nedeni bir şekilde hem Türk pazarındaki sermayelerini çekmelerini engellemek, -kitapta geçen noktalardan bahsediyorum- bir de, hem askerlik çağında olanları askere almak ve o dönemde Rumların mülklerini satışa çıkarmaları neredeyse imkansız kılıyor dönemin hükumeti. Bu konuya ilişkin sizin eklemek istedikleriniz olabilir mi?

N.U.: Benim genellikle tecrübem ve doğrudan bilgim çünkü o senaryoyu yaşadım. Evet, genellikle makamlar nüfusun göçüne yardımcı oluyorlardı. Tabii o servetin kalması, o da var tabii. Ama 1964’teki gizli kararnameyle yani Yunan vatandaşlarının mülklerinin bloke edilmesi ama bu Türk vatandaşlarına da uygulanıyor.

Biliyorsunuz bütün bu sistem, 1960’larda, 1962’de başbakanlık makamında ‘Azınlık Tali Komisyonu’ kuruluyor. Bu komisyonun yetkileri her şeyin üstünde. Yani yasama, yargı herkesin üstünde. Hatta 2004’te lağvedilmesine kadar bu komisyonun icraatı çok büyük. Yani okullara tedbirler, boykotlar uygulanması, sınır dışı edilmesi 64’te. Bu, söylediğim gibi Lozan'dan, 30’lardan gri bir bölgede kalan bir noktaya dayanarak, bütün bu icraatlar bu Azınlık Tali Komisyonu’nun kararları ve icraatı neticesinde oluyor. Hatta bu komisyonun başkanıyla 1955’te bu provokasyonu yapan aynı şahıs.

1964 Rum sürgünü

D.T.: O dönem beş bin 104 kişi tutuklanmış ve bu kişilerin isimleri dahi belliyken hiçbir sonuç alınmamış. Yani bir kısmı yakalanmış ama kısa bir süre sonra salıverilmiş.

N.U.: 6-7 Eylül'ün ertesi günü 50 kadar solcu yazar tutuklandı. Bunlar arasında Aziz Nesin ve Abidin Dino da var. Üç ay kaldılar. Hatta o zamanın başbakanı bir demeç veriyor, “Bunu ancak komünistler yapmış olabilir,” diyor. Ama bir şey yok, hiç bir şey ispat edilemiyor ve adamları bırakıyorlar. Bu yakalananlar tabii İstanbul dışından gelen şahıslar. Bunların bir şeyi yok, organizatör rolü yok ve bunlar da tabii ki bırakılıyor.

Hatta 1960’da Yassıada mahkemelerinde 6-7 Eylül davası var. İlginçtir ki mahkemelerin arasında tutanakları yayınlanan üç tane mahkeme var. Bir de, galiba Bebek davası ve bir de başka bir dava. 6-7 Eylül tutanakları epeyce büyük kalın bir kitap. O tutanakları okuduğunuz zaman mahkeme sanki gerçek failleri gizlemeye çalışıyor. Gerçekten yani tutanakları okursanız anlıyorsunuz ki amaç gerçek failleri çıkarmak değil evvelki hükumeti suçlama sebebini bulmak.


Tanıklıklar da var biliyorsunuz. Yani olayı biliyorsunuz, o gece Cumhurreisi, Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes, İstanbul Haydarpaşa'dan Ankara'ya doğru trenle yola çıkıyorlar. Olayların feci gelişmelerinin haberi verildikten sonra Sapanca’dan geriye dönüyorlar. Öbür gün İstiklal Caddesi'nde Celal Bayar yürürken tanıklar var yani şimdi yaşayan tanıklar bile var, diyor ki, “Yahu yapın dedik ama siz de dozunu kaçırdınız.”

6-7 Eylül Olayları'nda dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar

D.T.: Yüzlerce aynı tornadan çıkmış sopalar var ellerinde, fotoğraflarda görüyoruz.

N.U.: Tabii tabii. Grupların liderleri var. Kırk kişilik grupların liderleri var yani bir organizasyon. Aynı zamanda olaylar her yerde başlıyor. Yani şehir içinde Suriçi’nde, Adalar’da, Kadıköy'de, Boğaz’ın bütün iki yakasında aynı anda başlıyorlar.

D.T.: 52 yerde aynı zamanda başlıyor diye okudum ama..

N.U.: Evet, evet.

N.S.: 6-7 Eylül'de yaşanan olayların bugüne etkilerine değinebilir miyiz?


N.U.: İstanbul'dan kopuş, İstanbul'dan mecburi göç bilhassa kadınlarda, kadın nüfusuna çok büyük ruhi tesirler yaratmıştır. Şu anda bile İstanbul’daki olayları küçükken yaşamış beş altı yaşında olanların o gece yaşadıkları ve tabii daha sonra yapılan kanunlara karşı davranışlarının neticelerini görüyoruz. Çoğunun vatandaşlığı yok. Yunanistan'da vatandaşlık uzun yıllar verilmiyordu. 20 sene boyunca İstanbullu Rumlara vatandaşlık verilmiyordu. Bunun neticesi ne? Sosyal sigorta numarası yok, emekli maaşı desteği yok, hiçbir şeyi yok ve bunun için bizim federasyonumuz son yıllarda, son on yılda çok kısıtlı imkanlarla 200 kadar aileye devamlı sistematik destek vermektedir.

'20 Dolar 20 Kilo: 1964-2014' sergisinden sürgünle ilgili bir fotoğraf

Şunu açıkça söylemek istiyorum. 2018’den 2020’ye kadar bizim bu sosyal dayanışma programımıza Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) destek verdi ve bunun için açıkça teşekkür etmek istiyorum. Biz orada kalmıyoruz. Tarihi, zaman eksenini geriye döndürmek imkansızdı. Ama mümkün mertebece de telafi önlemleri almak da vardır. Bizim federasyonun en önemli projelerinden birisi Rumca ‘Elpis’, Türkçe ise ‘Umut’ dediğimiz proje bu genç nesilleri yeniden İstanbul'a kazandırdı. İlk önce gençlere İstanbul kimliğini yeniden yaşatmak istiyoruz. Onun için de burslar veriyoruz, dersler yapıyoruz. Türkçe dersler öğretiyoruz ve bunun devamında genç nesillerin hiç olmazsa bir kısmının atalarının topraklarına geri dönmesi için çaba sarf ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti'yle bunu açıkça konuşuyoruz. Hatta gelecek günler Sayın Cumhurbaşkanı'na bir de mektup göndereceğiz bu konuda.

D.T.: Evet, peki acaba ikinci bölüme geçebilir miyiz? Şu anda biliyorsunuz Adalar'da yeni bir imar planı yapılıyor. Özellikle Rum vakıfları bu planlardan nasıl etkilendi?

N.U.: Bakın, biz İstanbul'a ait olduğumuzdan haberleri, her şeyi takip ediyoruz. Adalar’ın çok eski kültürel bir geçmişi var, buna çok dikkat etmek lazım. Yeni bir şey de var; deprem olasılığı maalesef çok büyük. Şimdi Adalar'da; Büyükada'da Hristos Aya Nikola ve Aya Yorgi Manastırları, Heybeliada’da Aya Yorgi var. O, Kudüs’deki Patrikhane'ye bağlı ve tabii Ruhban Okulu var. Burgazada’da da iki tane manastır var. Tepedeki bir de Aya Yorgi Garibi Manastırı. Bir de Kınalıada’da tepede yine Hristos Manastırı var. Bütün adalarda Hristos Manastırı vardır. Şimdi Kınalıada’daki Aya Yorgi Garibi manastırı hariç diğer manastırların hepsinin mazbut statüdedir. Bu, 1930’larda oluyor. Hatta mübadele komisyonunda tartışılan bir konu. Mazbut ne demek? Vakıflar Genel Müdürlüğü bunların yönetimini üsteleniyor. Mülkiyeti tanınıyor ama yönetilmesi Vakıflar Genel Müdürülüğü'nden yapılıyor. Aya Yorgi Garibi, vakfın istisnası.

Aya Yorgi Kilisesi - Büyükada 

Bunun yönetim kurulu var şimdi, seçimler oldu geçen sene. Şimdi Aya Yorgi Garibi ciddi bir alana sahipti. Bunun hibesi meşhur banker, Galata bankeri Georgios Zariphis. Şimdi, Osmanlı devrinde birçok zaman bu mülkiyetler ya azizlerin ismine ya da şahısların adına tanınıyordu. 1936’da Cumhuriyet devrinde, bu vakıfların mülkleri kaydedildi. Ama bu kayıtlarda birçok sorunlar da yaşandı. Şimdi 2000’e kadar benim bildiğim kadarıyla bu Aya Yorgi Garibi’nin Burgazada’da ciddi bir mülkiyeti var. Martha Koyu, Kalpazankaya'ya kadar varan bir mülkiyeti var. Daha sonra bunların mülkiyeti Silahtar Ağa Vakfı’na veriliyor. Çünkü Zariphis’in mirasçıları yok deniyor. Oysa Zariphis’in mirasçıları var. Tabii şimdi yeni imar planlarıyla ortaya çıkacak bu mesele. Bakalım ne olacak?

N.S.: Sizi endişelendiriyor mu?

N.U.: Şimdi bu Adalar’ı biliyoruz biz eski İstanbullular. Bu Adalar’ın, her Ada’nın da kendi karakteri var. Şimdi acele bir imar planı uygulayarak bunları tamamen değiştirmek. Bu sadee Adalar’da değil, herhangi bir yerde, herhangi bir ülkede böyle ani bir imar yapıldığı zaman tabii neticeleri de menfi olabilir. Şehircilik yani iskan biliminin kuralları uygulanarak yapılması gerekli. Aniden nüfusu %50 arttırma gibi teşebbüslerin çoğu zaman sorunlar yarattığını da her yerde biliyoruz.

N.S.: Büyükada'da ya da diğer adalarda da çok kendi haline terk edilmiş ve kimi zaman sahipleri yurt dışında olduğu söylenen ve bunun için herhangi bir şekilde bir şey yapılamayan binalar var. Giderek yok oluyor bunlar da. Bu konuyla ilgili bir çabanız oluyor mu?


N.U.: Oluyor. Yani bize bilgi verdikleri zaman hemen mirasçılarını arıyoruz. Haklarını talep etmeleri için destek veriyoruz. Kolay bir iş değil tabii. Çünkü aradan iki üç nesil geçtiği zaman çok zorluklar yaşanıyor. Bunu yapıyoruz elimizden geldiğince. Bu yalnız şahsi mülkiyetlere değil, vakıfları da tadili ve onarımı için destek veriyoruz. Şu anda en çok çalıştığımız konulardan birisi, olasılığı inşallah hiçbir zaman olmaz ama depremin neticelerinin azaltılması için vakıflar olarak okul binalarının üzerine çok ciddi çalışmalar yapıyoruz. Mühendislerimizle yani Atina Teknik Üniversitesi’nde çok iyi bir anti sismik laboratuvar var, çok ileri. Çünkü Yunanistan, Türkiye’de her şeye benzediği gibi depremlerde de maalesef benziyor. İki ülke de çok ciddi bir tehlike içerisinde ve beraber çalışmaları çok önemli bu konuda.

N.S.: Evet, kesinlikle.

D.T.: Çok teşekkürler Niko Bey, sağolun.

N.U.: Sağolun, teşekkürler.

N.S.: Sağolun.

D.T.: Adalar hepimizin.

N.S.: Adalar hepimizin.